MİLGEM'e Varan Yolun Başlangıcı: GÖLCÜK TANKERİ

MİLGEM'e Varan Yolun Başlangıcı:
GÖLCÜK TANKERİ




Başaramazsınız dediler, başardık!
Özden Örnek kitabının kapağına taşımış bu ifadeyi…
İçeride de şöyle açıklıyor: Bürokratlar önümüze dizilmiş, adeta size bu projeyi yaptırmayacağız diyorlardı…

*     *     *

MİLGEM’İN ÖYKÜSÜ ve daha sonra üzerine yazılanlar, yıllar öncesine, üniversite günlerimize götürdü.
68’in İTÜ gemi mühendisliği öğrencileri olarak bizler, Özden Örnek’in anlattıklarına çok benzeyen öyküler dinleyerek, onlardan dersler çıkarıp öğrenerek okuma şansı yakalamış bir kuşağın mensuplarıydık. Ord. Prof. Ata NUTKU’nun yani hem bizlerin hem de bizleri yetiştiren diğer hocalarımızın hocasının öğrencileriydik.
Sadece mesleğimizi değil, GÖLCÜK Tankeri’nin, ATAK Mayın Gemisi’nin, 2.500 tonluk Yüzer Havuz’un yoktan var edilişlerini ilk ağızdan öğrenerek gemi mühendisi olmuştuk. Haliç Tersanesi’nde KARTAL Araba Vapuru’nun indirildiği kızağın nelere karşın inşa edilebildiğini, denize inişte kullanılan ve Türkiye için bir ilk olan kızak yağının nasıl imal edildiğini dinlemiş, kendimize örnek almıştık.

MİLGEM’İN ÖYKÜSÜ işte bu yüzden hiç yabancı gelmedi bize…

*     *     *

Yaşamının son günlerinde ve artık gözlerinin de görmez olduğu bir dönemde içinde bulunduğu durumu bir türlü kabullenemeyerek eşine “peki ben bu gün ne iş yapacağım?” diye hem de her sabah soran bir efsaneydi Ord. Prof. Ata NUTKU… Onun meslek yaşamının daha en başlarında 8 Ocak 1928’de, günlüğüne hem de büyük harflerle işlediği “BANA TAHTELBAHİR[1], BANA GEMİ YAPTIRMIYORLAR. BANA İŞ VERMİYORLAR” haykırışında[2] gördüğümüz çalışma azmi ve yeni bir şeyler başarma hırsı, 6 yıl kadar sonra Cumhuriyet’in ilk gemisi GÖLCÜK mucizesini doğurmuştu.

*     *     *

1 Kasım 1935’de GÖLCÜK tankeri denize indirilirken, Deniz Fabrikaları Umum Müdürü Yarbay Naim, herhalde daha o günden MİLGEM’i görerek, şunları söylüyordu[3]:
Geçen sene Mayıs ayında bu geminin omurgasının kızağa konulmasını kutlamıştık. Bugün o tarihten 17 ay sonra Gölcük Tersanesi’nin ilk gemisini denize indiriyoruz. Bu gemi Cumhuriyet devrinin ilk gemisidir ve bizler Cumhuriyet devrinin ilk gemisini yapmakla sonsuz bir kıvanç duymaktayız. Ümit ediyor ve diliyoruz ki, bu geminin denize inişi savaş ve yardımcı filolarımızın öz yurtta Türk bilgi ve işçisiyle yapılabileceğine dair bir belge olsun.
Denize iniş töreninde diğer bir konuşmacı Yüzbaşı Adnan’dı. Savaşın henüz bittiği ve İstanbul sularında yabancı bandıraların sallandığı bir gün, Yavuz’un İzmit’e çekilişini Deniz Mektebi rıhtımında ağlayarak izlediklerini anlatarak başladığı konuşmasını, şöyle sürdürmüştü[4]:
O gün bir hocam, “Türk denizciliği İzmit Körfezi’nde Karamürsel’de doğdu, yine orada ölüyor” demişti. Daha çok eski mazisi olan Türk Denizciliği hakikaten İzmit Körfezi’nde Karamürsel’de yeniden canlanmış ve kısa bir zamanda bütün Karadeniz, Akdeniz için şimdiye kadar tarihte hiçbir milletin hiçbir deniz için söyleyemediği kadar kuvvetle “Bizim Deniz” dedirtmişti. Bu egemenliği doğuran, Türk’ün dost ve düşmanca tanınmış cesareti ve bütün denizlerde pupa yelken rakipsiz dolaşan, ufukları dolduran bu koca donanmayı yaratan ve lüzumunda bir tek senede 250 parça gemi yaratan Türk Tersaneleri idi.
Yelken devri geçip yerine yavaş yavaş zırhlı gemiler kaim olmaya başlayınca, fen ve teknikte Avrupa’nın ilerleyişine uyamayan Osmanlı Tersaneleri ile birlikte, denizciliği de denizlere egemenliği de söndü. Zaman geldi, Avrupa’dan alınan (gemilerle) bir donanma kuruldu. Fakat bu koca donanma temelsiz bir yapı gibi birkaç sene içerisinde çöküp yıkıldı. Bundan 38 sene evveline gelinceye kadar ara sıra tersanelerimizde gemiler yapılmaya teşebbüs edilmiş ve bazen muvaffak da olunmuştur. Fakat çoğunlukla kurulmaya başlanan gemiler ya kızaklarda veyahut denize indirildikten sonra şamandıralarda çürümüşlerdir.
Demir devrinde, tersaneleri koca yurdun tek bir endüstri kurumu olan memleketlerde, gemi inşa sanayisi doğal bir sonuçtur. Bu memleketlerde endüstri muayyen bir başlangıçtan belirli bir sona doğru planla gelişirse, o vakit her endüstri müessesesi birbirine dayanarak devamlı çalışır. İşte Türkiye Cumhuriyeti bu planlı endüstrileşme hareketine başlamış ve bu yolda çalışmış, dolayısıyla birçok meyveler de toplamıştır. Tamamıyla Türk tekniği ve işçisiyle yapılmış bu gemi de bu endüstrileşmenin bir meyvesidir ve bu planlı çalışma dolayısıyla Cumhuriyet devrinde kızakta veya bağlı olduğu şamandırasında çürüyen bir gemiye rastlanmayacaktır.

*     *     *

700 beygir gücünde makinaları ile 10 knot (deniz mili/saat) hızda seyreden, taşıma kapasitesi 750 ton olan bir yağ (akaryakıt) tankeri idi GÖLCÜK. 56,37 m. boyunda, 9,54 m. genişliğinde ve 3,70 m. derinliğindeydi; 3,10 m. su çekiyordu ve 1.255 ton ağırlığındaydı.

Ata Nutku'nun kaleminden GÖLCÜK TANKERİ

Kısacası, GÖLCÜK tankeri küçük -hele bugünün ölçülerine göre küçücük- bir gemiydi. Ama başardığı (başarılan) işin boyutu inanılmazdı…
GÖLCÜK TANKERİ Genel Planı
*     *     *

Gemi Mühendisleri Odası’nın -galiba 1968’de- düzenlenen Gemi İnşaatı Teknik Kongresinde,  Ata Hoca GÖLCÜK tankerinin öncesini ve o günlerin ortamını doğuran koşulları ve gelişmeleri şöyle anlatıyordu[5]:
Bugün tekniğe ve ilme her zamankinden daha çok muhtaç olduğumuz bir devrede bulunduğumuzu takdir edersiniz. Teknikte geri kalan, ilme ve araştırmaya önem vermeyen milletlerin topraklarının altında veya üstünde ne kadar büyük zenginlikler de yatsa, bunları değerlendirip halkının refahına yararlı duruma sokamayacağını tarihin verdiği acı derslerle görmekteyiz. Vaktiyle Arabistan yarımadasına ve altındaki petrollere yüzyıllar boyu hakim olan Osmanlı İmparatorluğu’nun memurlarına maaşlarını bile veremeyecek kadar aciz duruma düşmesi, bu derslerden biri olarak gözlerimizin önündedir. O devirlerde Avrupa’da ve Amerika’da başlayıp gelişen teknik ve endüstriye karşı sansür duvarı çeken 33 senelik Abdülhamit istibdadının bıraktığı izleri, atalet ve zihniyeti, hala da silkip atamadığımızı anlıyoruz. …
Toplandığımız şu Haliç’in karşı kıyısında, devrin en kudretli tersanelerinden biri haşmetiyle orantılı birçok gemiler inşa ederek direkleri altından yelkenleri sırmadan savaş filoları yaratmış bir tersane idi. Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra kurduğu bu tersane sonraları Üçüncü Selim’in ve Sultan Aziz’in katkılarıyla bir gemiyi teknesi, makinası, topları ile inşa ve teçhiz edebilecek kapasiteye erişmişti. … Sultan Aziz’den sonra gelen Abdülhamit ise milleti Batı uygarlığına karşı izole ederek donanmaya duyduğu kuşku ile de kızakta başlanmış bulunan gemileri bozdurmakla yetinmiş ve onun sanat, teknik, bilime karşı düşmanlığı da tersanenin tüten bacalarını söndürmüştür. … Tersane var, kızaklar, tezgahlar var, fakat teknik ve sanat kalmamış, yetişmiş sanatkar ustalar da yavaş yavaş tarihe karışmıştı. Bu haşmetli Tersane-i Amire’nin geri kalan makina ve tezgahları da sonradan Montreux[6] Anlaşmasıyla İstanbul ve Boğazlar’ın askerden arındırılmasıyla kaybolup gitmiştir[7].

*     *     *

Değerli meslektaşım Mehmet Ali Güller, MİLGEM’İN ÖYKÜSÜ kitabını tanıttığı yazısında[8] da kısaca aktarıyor. Projenin ilk gemisi olan HEYBELİADA korvetinin denizlerde boy göstermeye başlamasına kadar geçen zorlu sürecin iki aşaması var. Bir avuç insan önce uzunca bir süre bir “milli gemi” ihtiyacını daha doğrusu zorunluluğunu ilgililere anlatmaya ve kabul ettirmeye uğraşmış… Sırasıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, Savunma Sanayi Müsteşarlığı ve siyasal otoritenin ikna edilmesi ve projeye onay alınması için uğraş verilmiş.
İkinci aşamada da -Özden Örnek’in kitabın başında yer verdiği ifadelerle- “başaramazsınız” diyenlerin moral bozma çabalarıyla, “size bu projeyi yaptırmayacağız” diyenlerin engellemeleriyle mücadele edilmiş.
Ord. Prof. Ata Nutku, Taşkızak Tersanesi’ndeki görevinden yaşamının ikinci hedefine, gemi inşaatı konusunda bilimsel çalışmalar yapmak ve genç Cumhuriyet’e mühendisler yetiştirmek üzere üniversiteye yönelmesine ilişkin anılarında şunları yazmıştı:
Mavi sular üzerinde zevk ü selimle yapılmış bir kotranın, bir yolcu gemisinin, hatta bir romorkörün süzülüşünü düşününüz. Bu ahenkli hareketi o gemiye veren emeğin sahibi gayet tabii zevklerin en büyüğünü duyar. Çelik parçaları, bir şiir üslubuyla eserinize işliyorsunuz; bundan büyük haz olur mu? Hal böyle iken bir de bütün bu ahenkli kompozisyonu tertip edebilecek insan üzerinde emeğinizin olması; gemiyi yüzdüren mühendiste sizden bir parça, bir zevk bulunması… Bu doyulmaz bir şeydir… 

İşte, MİLGEM’in gerçekleşmesi için proje ofisinde, klas kuruluşunda, tersanede, kızakta, atölyede canla başla çalışan, bütün zorluklara göğüs geren, önlerine çıkarılan engelleri birer birer aşan bütün mühendisler, doğrudan ya da dolaylı olarak onun öğrencisi idiler. Dahası, bütün formenlerde, ustalarda, ustabaşı ve postabaşılarda, teknik ressamlarda ve işçilerde de mutlaka ondan bir parça vardı. Onlar, sadece gemi yapmayı değil, gemi yapabilmek için mücadele de etmek gerektiğini Ata Nutku’dan öğrenmiş; bunun için gereken başarma isteği ve mücadele azmi konusunda da onu kendilerine rehber almışlardı.
*     *     *

MİLGEM’İN ÖYKÜSÜ, Cumhuriyet döneminin tersanelerimizde inşa edilmiş ilk gemisi unvanını elde etmekle kalmamış, aynı zamanda bilinçli bir çabayla “bu ülkede gemi yapılamaz” şeklinde yaygınlaştırılmış köhne bir anlayışı da yerle bir etmiş olan GÖLCÜK tankerinin hikayesine ne kadar da benziyor[9]:
Biz Cumhuriyet devri ilk gemisinin omurgasını Gölcük Tersanesi’nde 1934 yılında kızağa koyduk. Gemi yapmak için 1870 yapısı bir zımba/makas tezgahımız ve bir de levha eğmek için dikey bir kaytan dişli şafta bağlı manivelayı bostan dolabı gibi iki başından çekerek kullandığımız pres yapmıştık. Bütün Bahriye gemi yapabileceğimize inanmıyor, hatta mani olmaya çalışıyordu. Gemiyi yapma emrini de Bahriye’yi atlayarak, zamanın Milli Savunma Bakanı Zekai APAYDIN’dan almıştık. Abdülhamit devri haddehanesinin zihniyeti ile yetişmiş olan baş, Ankara’dan haber gönderiyordu: O kızağa koyduğunuz gemiyi Hurdacı İlhami’ye[10] bozduracağım. Sonra, perçinleri yağ sızdıracak dediler; bakalım istenilen sürati yapabilecek mi? dediler. Fakat gemiyi başarı ile yaptık ve denize indirdik. Başarı ile yüzdü ve hala da Türk Bayrağını şerefle taşıyarak hizmet ediyor. Abdülhamit devrinin zihniyeti hiçbir zaman tepemizden eksilmemiştir. İlk gemiyi denize indirdikten sonra bunun B&W makinası ancak iki sene içinde ısmarlanabilmiştir. … Bahaneler çoktur ve her devre göre değişmektedir. Tahsisat yok, döviz yok, plan da yok. Aslında iyi niyet ve inanç yoktur ve çıkar vardır.
Ata Nutku, bir gazeteye yazdığı yazıda da şöyle diyordu[11]:
Bu mesleği seçmeye karar verdiğimiz zaman memleket düşman istilasında idi. Memleketin kurtulacağına o karanlık günlerde nasıl inanmış isek; bu mesleğin de yetişen nesiller tarafından bir gün memlekete refah verecek seviyeye ulaştırılacağına inanıyoruz. Tezgahsız, tahsisatsız, adamsız çalışırken nevmid olmadık. O zaman gemi yapmamızın muarızları Abdülhamid devrinin gemi bozma zamanına ait yaşlı adamları idi. Bunlar, yabancıların tesiri altında, dar görüşleriyle ve parlak teranelerle bu mesleğin gelişmesine engel olmuşlardı. Seneler geçtikten sonra bu hatalarını bize itiraf ettiler. Bugün Türk milleti her ferdinden, yetiştirilmiş olduğu maksat üzerinde vazifesini yapmasını bekliyor. Bunu en çok itimat ettiği ve ilerisine ait ümitlerini bağladığı gençliğe bırakmış olmakla haklıdır...

*     *     *

Önceki bir konuşmasında[12],
Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek; deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü, topraklarının ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer.
ifadelerini kullanmış olan Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1937 yılı 1 Kasım’ında yaptığı Meclis açış konuşmasının denizcilikle ilgili bölümüne
Ekonomik bünyemizdeki inkişaf, deniz nakliye vasıtaları ihtiyaçlarını her gün arttırmaktadır. Yeni sipariş edilen gemilerden bir kısmı, önümüzdeki ilkbaharda gelmiş bulunacaktır. Fakat bunlar, bugünden görülmekte olan ihtiyaç hacmine cevap verecek adet ve nispette değildir.
sözleri ile başladığı, Meclis zabıtlarında kayıtlı…
Cumhurbaşkanı Atatürk’ün bu cümlelerin hemen ardından hiç duraksamadan,
Yeni gemiler inşa ettirmek ve bilhassa eski tersaneyi, ticaret filomuz için, hem tamir, hem yeni inşaat merkezi olarak faaliyete geçirmek esbabını temin etmek lâzımdır.
diyebilmesini sağlayan şey ise -hiç kuşkusuz- “biz gemi yapamayız” şeklinde oluşturulmuş yanlış algının bu konuşmadan tam iki yıl önce bin bir güçlük ve engellemeye rağmen başarı ile denize indirilmiş olan GÖLCÜK tankeri ile yıkılmış olmasıdır.
GÖLCÜK tankeri gemi yapılabileceğinin kanıtlanması bakımından, onu izleyen ATAK mayın gemisinin, KARTAL ve KARAMÜRSEL araba vapurlarının, TOLUNAY tankerinin, ABİDİN DAVER ve AMİRAL ŞÜKRÜ OKAN gemilerinin ve diğerlerinin de öncüsü olmuştur.

*     *     *

Bilinmesi ya da hatırlanması gereken bir diğer husus da ünlü Johnson Mektubu[13] ve mektubun sonrasında ortaya çıkan gelişmelerdir. Bilindiği gibi, savunma gereksiniminin karşılamasında diğer ülkelere mutlak bağımlı hale gelinmesinin sakıncalarını kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde gözler önüne seren bu mektup, birçok başka şeyin yanı sıra, kendi kendine yeterli bir savunma sanayii altyapısının tesis edilmesine yönelik politika ve anlayışların temelini de teşkil etmiştir. Cumhuriyet gazetesinin 2 Mayıs 1965’de KENDİ GEMİNİ KENDİN YAP[14] sloganıyla başlattığı “Millet Yapar[15] kampanyası[16], Türk Donanma Cemiyeti’nin kurulması ve kampanya sayesinde toplanan bağışlarla inşa edilen çıkarma gemileri, GÖLCÜK tankeri ile girilen yolun bir başka kilometre taşını oluşturmaktadır.
*     *     *
Mehmet Ali Güller, Mustafa Kemal’in 1924 yılındaki “dışarıdan alınan gemilerle donanma yapılmaz” sözlerini hatırlatıyor. Yüzbaşı Adnan’ın da GÖLCÜK’ün iniş töreninde “dışarıdan alınan gemilerle kurulan donanmanın temelsiz bir yapı gibi birkaç sene içinde çöküp yıkıldığını” anlattığını, az önce aktarmıştık. MİLGEM’i, stratejik önemde bir proje yapan şeylerden biri de sadece dışarıdan alınan gemilerle değil, dışarıdan satın alınan “tasarım”larla da donanma yapılamayacağı yaklaşımını benimsemiş ve uygulamış olmasıdır. Dahası, tasarımı yerli olan -ve üstelik “bilgi güvenliği” bakımından yüksek önemde özellik taşıyan- bir projenin “tasarım kontrolu”nun da yerli olması gerektiği gerçeği, uluslararası başarılara da imza atmış ulusal klaslama kuruluşumuz Türk Loydu’nun da MİLGEM projesinin paydaşları arasına eklenmesini zorunlu kılmıştır[17].
Zaten, MİLGEM’in %70 gibi rekor büyüklükte bir yerli katkı oranına varabilmiş olmasının sırrı da aslında tam da burada yatmaktadır ve MİLGEM -Yarbay Naim’in GÖLCÜK Tankeri denize iniş töreninde “filolarımızın öz yurtta Türk bilgi ve işçisiyle yapılabilmesi” şeklinde ifade ettiği- nihai amacına, kendi tasarımımızla kendi tersanelerimizde inşa ettiğimiz gemilere, kendi üretimimiz olan ana ve yardımcı makinalarla seyir yardımcılarını yerleştirmeye başladığımızda ulaşmış olacaktır.



Son Not:    Özden Örnek’in “1928 yılında Taşkızak Tersanesi’nden yeni kurulan ve personel sıkıntısı çeken Gölcük Tersanesi’ne atanan babam, Cumhuriyet Deniz Kuvvetleri’nin ilk yerli inşa gemisi olan Gölcük yağ gemisinin Yük. Müh. Yzb. Ata Nutku tarafından nasıl inşa edildiğinin hikâyelerini anlatırdı. Bunlar benim çocukluk hikâyelerimdi ve anladığım kadarıyla babamın çok büyük takdirini kazanmış bir girişimdi” cümleleri dikkate alındığında, MİLGEM’in hayata geçirilmesinde gösterdiği büyük çabanın arka planında, okuduğu DEVRİM otomobili ile ilgili kitapçıktan daha çok, babasından dinlediği GÖLCÜK tankeri hikâyelerinin olduğu söylemek yanlış olmayacaktır. DEVRİM otomobilinin öyküsünden -oğlu Tolga Örnek’e filmini çekmesini önerecek denli- etkilenmiş olması da[18] aslında bu nedenle olmalıdır.


  [1]   Denizaltı
[2]   Ord. Prof. Ata Nutku, Yük. Müh. Aydın Eken, İTÜ Vakfı Yayını, İstanbul 2013, Sayfa 48-49
[3]   A.g.e., Sayfa 108
[4]   A.g.e., Sayfa 113-115
[5]   Gemi İnşa Sektörüne Bir Bakış, Ord. Prof. Ata Nutku, GEMİ MÜHENDİSLİĞİ, Sayı 123, Ocak-1992, Sayfa 15-18
[6]   Hoca burada yanlışlıkla andığı Montreux Anlaşması’nı değil, aslında Mudanya Mütarekesi’ni kastediyor. Çünkü genç Cumhuriyet Osmanlı’nın Mudanya’da terk ettiği Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını Montreux Anlaşması ile yeniden kazanmıştır.
[7]   Mudanya Mütarekesi sonucunda neredeyse harabe haline gelen, Lozan ve Montreux ile geri kazanıldıktan sonra genç Cumhuriyet’in (başlarında yine Ord. Prof. Ata Nutku’nun bulunduğu genç mühendisler eliyle) yeniden “haşmetli” günlerine döndürmek için kolları sıvadığı Tersane-i Amire’nin, bugün getirilmiş olduğu nokta, hazin bir öykü olarak ayrı bir yazının konusudur.
[8]     Atatürk’ün Denizcilere Verdiği Ödev: MİLGEM, Mehmet Ali Güller, 11 Ekim 2016, http://odatv.com/ataturkun-denizcilere-verdigi-odev-milgem-1110161200.html
[9]   Gemi İnşa Sektörüne Bir Bakış, Ord. Prof. Ata Nutku, GEMİ MÜHENDİSLİĞİ, Sayı 123, Ocak-1992, Sayfa 15-18
[10]  İlhami Söker, dönemin önde gelen gemi sökümcülerinden. “Hurdacı İlhami” ya da “Bozmacı İlhami” olarak biliniyor. Ne ilginç bir rastlantıdır ki; söktüğü gemiler arasında BANDIRMA Vapuru (1925) ile Atatürk’ün SAVARONA gelene kadar yabancı konuklarını ağırladığı ERTUĞRUL Yatı (1959) da var.
[11]   Türkiye’nin Gemi Yapan Adamı: Ata Nutku, BİLİM ve TEKNİK, Mayıs-1997, Sayfa 73-74
[12]  Kabotaj’dan Çevre Yoluna, Şebnem Şen, BÜTÜN DÜNYA, Nisan-2009, Sayfa 51
[13]  ABD Başkanı 5 Haziran 1964 tarihli bu mektubunda, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi sonucunda Yunanistan’la çıkabilecek bir savaşın, Sovyetler Birliği’nin de Türkiye’ye müdahale ihtimalini doğuracağını ve NATO'nun böyle bir durumda Türkiye'yi savunma konusunda isteksiz olacağını ima ettikten sonra, ABD'nin Türkiye’ye sağladığı askeri malzemenin Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinde kullanılmasına izin verilmeyeceğini bildirmektedir.
[14] Türk Savunma Sanayisi Tarihçesi, Savunma ve Havacılık Sanayii İmalatçılar Derneği, http://www.sasad.org.tr/turk_savunma_sanayisi_tarihcesi.html
[15]  Kıbrıs: “Millet Yapar”, Amiral Cem GÜRDENİZ, 21 Temmuz 2013, https://26august.wordpress.com/2013/10/23/kibris-millet-yapar/
[16]  O kampanya sırasında öğrencisi olduğum Kırklareli Lisesi’nin bahçesinde bir bayrak töreninde “Millet Yapar” kampanyası için -galiba Arif Nihat Asya tarafından- yazılmış bir şiiri okuduğumu, bugün gibi hatırlıyorum. Şiirin son satırları şöyle idi: “Yavru yurdum, varsın kimse yapmasın yardım sana: Millet Yapar”
[17]  MİLGEM’in gizli kahramanlarından ve o günlerde Türk Loydu Başkanlığı görevini de üstlenmiş olan Prof. Dr. Yücel Odabaşı’nın bu yöndeki unutulmaz çabalarını hatırlatmadan geçmemeliyiz.
[18]  Devrim Arabaları'nın Bilinmeyen Öyküsü Ortaya Çıktı, Sinan Acıoğlu, 12 Ekim 2016, http://odatv.com/devrim-arabalarinin-bilinmeyen-oykusu-ortaya-cikti-1210161200.html





3 yorum:

Unknown dedi ki...

Tansel 'cim babam da o yıllarda Gölcük Tersanesi' nde
çalışıyor, anlatmıştı. Gemi perçinli Ata hoca ozaman yüzbaşı.
Perçin çakılmasını beğenmiyor. Balyozu alıp kendi vuruyor ve ustalara öğretiyormuş.Sevgiler.

Unknown dedi ki...

Tansel 'cim babam da o yıllarda Gölcük Tersanesi' nde
çalışıyor, anlatmıştı. Gemi perçinli Ata hoca ozaman yüzbaşı.
Perçin çakılmasını beğenmiyor. Balyozu alıp kendi vuruyor ve ustalara öğretiyormuş.Sevgiler.

Unknown dedi ki...

Sn.başkanım çok eğitici olmuş.sihirli sözcük "biz yaparız".umarım taşucundakiSeka arazisi denizciliğimizin cazibe merkezi olurda Dana adasından sonra Akdenizdeki denizcilik açığımız kısmen giderilir.(2700 yıllık)