Başkalarınınki Tersane de, Bizimki …?
|
|
ABD’de bir tersanede
gerçekleşen saldırıda 13 kişinin öldüğüne ilişkin haberler, geçtiğimiz Eylül
ayı gündeminin öne çıkan maddeleri arasındaydı. Birkaç gün içinde de unutuldu
gitti.
Oysa olayın
kriminal yönünün dışında ilgimizi çekmesi gereken başka bir yanı daha vardı:
Saldırının gerçekleştiği yer askeri bir tersaneydi ve üstelik bu tersane ülkenin
başkentinde yer alıyordu.
* *
* * *
Öyle olunca, hemen akla 1994’de
Çiller-Karayalçın koalisyon hükümeti tarafından alınmış olan ünlü “5 Nisan
Kararları” arasındaki kapatma kararının gerekçesi geliverdi. Buna göre
tersaneler “kent içinde bulundukları
konum itibariyle şehircilik kurallarına aykırı yerleşime sahip[1]” idiler. Yaklaşık 6 asır boyunca,
sadece gemi yapımı konusunda değil, ülke sanayinin bir çok dalının doğması
ve/veya gelişmesinde büyük rol oynamış Tersane-i Amire, birden bire şehircilik kurallarına aykırı yerleşime
sahip ilan edilivermişti.
Aradan 6
yıl geçtikten sonra, 18 Nisan 2000’de bu kez Özelleştirme Yüksek Kurulu Camialtı
ve Haliç’i kapatmaya kalktı. Gerekçe yine hemen hemen aynı idi. Üstelik bu
kez biraz daha ayrıntıya girilmişti; tersaneler yerleşim yeri ve imar durumuna ilişkin sorunlar ile çevre ve deniz kirliliği açısından
olumsuzluklar da taşımakta[2] idiler.
* *
* * *
Kuruluşundan bu yana 558 yıl
boyunca hala sürdürmekte olduğu sanayi üretimi ile dünya üzerinde başka
örneği bulunmayan bir uluslararası değer olan Tersane-i Amire’yi, bu iki
kararın da uygulanmasını engelleyerek, günümüze kadar ulaştıran şey ise aklın
yolu, bilim ve tekniğin yol göstericiliği ışığında yürütülen mücadele oldu.
5 Nisan’ın kapatma kararı,
kamuoyu baskısı ile oluşturulmak zorunda kalınan İnceleme Komisyonu[3]nun
ayrıntılı bilimsel raporu sonucu geri alındı. Gemi Mühendisleri Odası’nın
öncülüğünde hazırlanan ve Komisyon’da temsil edilen tüm kuruluşların imza
altına aldığı Rapor’a muhalefet şerhi koyan tek kurum, Özelleştirme İdaresi
olmuştu.
Özelleştirme
Yüksek Kurulu tarafından alınan ikinci kapatma kararı ise, ilgili sendikanın
ve bir grup tersane emekçisinin açtığı dava ile bağımsız yargı tarafından
iptal edildi. Kararı veren mahkemeye bu konuda ışık tutan ise yine Gemi
Mühendisleri Odası tarafından hazırlanmış olan bir Bilirkişi Raporu idi.
* *
* * *
|
|
Bütün
bunların tekrar hatırlanmasına neden olan üzücü olaya tekrar dönersek: 13
kişinin ölümü ile sonuçlanan silahlı saldırı, yaklaşık bir ay kadar önce
ABD’nin başkentinde ve aşağıda fotoğrafına yer verilen askeri tersanenin içinde
gerçekleşmişti.
Fotoğrafa
dikkatlice bakınca, tersanenin hemen soluna doğru ve biraz gerilerde, Amerikan
Kongre Binası’nın ve Beyaz Saray’ın varlığının hemen fark edilmemesi mümkün
değil.
|
|
Uydu
fotoğraflarına biraz daha yukarıdan bakıldığında dikkat çeken bir diğer husus
ise açık denizden tersaneye ulaşmak üzere katedilmesi gereken yol. İstanbul
Boğazı ve Haliç’in yapısına da oldukça benzeyen uzunca bir körfezin tersaneye
kadar olan bölümünde, topu topu sadece 3 noktada karayolu köprüsü var ve bunlar
da gemi geçişine engel olmayacak yükseklikte inşa edilmişler.
Zaten -hele askeri amaçla
kullanılan- bir tersaneye gemi girişine engel olması muhtemel köprü ya da
benzeri bir yapıyı akla getirebilmek, dünya üzerinde herhalde sadece bizim
yöneticilerimizin akıl ve cesaret edebilecekleri bir şey olmalı.
|
|
* *
* * *
|
|
Buradan, Temmuz ayı başında
gerçekleştirilen bir ihale ile ölüm fermanı imzalanan Tersane-i Amire’nin en
büyük iki parçası akla geliveriyor. İhalenin kapsadığı alan, bu yıl Şubat
ayında faaliyetine son verilen Camialtı Tersanesi ile Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı’na bağlı Taşkızak Tersanesi’nden oluşuyor. Tersanelerin yok
olması ile sonuçlanacak olan daha önceki girişimlerin esas amacı göz önünde
tutulduğunda, sıranın çok geçmeden kalan son parça olan Haliç Tersanesi’ne
geleceğini anlamak için fazla çaba gerekmiyor. Zaten İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
BİMTAŞ’a hazırlattığı “Sosyal ve Kültürel Amaçlı Yeni Kullanım Ön Etüd
Projesi” raflardan indirileceği günü bekliyor. Camialtı ve Taşkızak
üzerindeki planlar nasıl projeye “sos” gibi eklenen “yat limanı” ile en
azından bazı çevrelerin nezdinde “kabul edilebilir” ya da “itiraz edilemez”
kılınmak istenmişse; BİMTAŞ projesi de “Gemi ve Tersane Müzesi” ile “tatlandırılmaya”
çalışılan başka bir rant projesi olarak, gündeme getirileceği uygun zamanı
bekliyor. Bu tür “süs”lerin, varlık nedenleri tersaneler olduğu halde sus-pus
oturan bazı kuruluşların yöneticilerinin kendilerini kandırmaları için araç
olsalar bile, kuruluşların kitle tabanları açısından hiçbir işe yaramadıkları
da bilinen ve açıkça da görülen bir diğer gerçek.
|
|
* *
* * *
|
|
Önce 1991’de kapatılan İstinye
Tersanesi, yaklaşık bir yıl sonra kapatılmak istenen Alaybey Tersanesi
örneklerinden başlayarak; günümüze gelene kadar yaşadığımız her tersane kapatma girişiminin
gerekçesinde aynı şeyler var. Tersane alanlarının artan değerleri nedeniyle
buralara göz dikenler her zaman “kent
içinde tersane olmasının şehircilik kurallarına aykırı olduğu” ya da “tersanelerin çevreyi ve denizi
kirlettiği” gibi geçerliliği bilimsel olarak kanıtlanmamış, kanıtlanması
da mümkün olmayan bahanelere sarılmışlar.
Oysa çok iyi bilinmektedir ki;
tersaneler, etkiledikleri ve yarattıkları yan sanayi ile birlikte kaçınılmaz
olarak yüksek bir istihdam potansiyeli doğururlar; bu da yeni barınma yerleri ve yerleşim
alanlarına olan talebin artması demektir. Çağdaş kent yönetimleri/yöneticileri,
kentleri planlarken tersanelerin varlığını ve gemi sanayinin bu özelliğini
bilerek ve göz önünde tutarak “şehircilik kurallarına uygun” imar ve ulaşım planları
yapar ve titizlikle uygularlar. Aksi davranış, bugün Pendik ve ardından Tuzla
bölgesinde, hatta daha çok yeni olmasına rağmen Yalova-Altınova’da gördüğümüz,
kentsel yerleşim alanları ile iç içe geçmiş tersaneleri ve sanayi alanlarını
doğurur. Tersanelerin deniz kenarında bulunmaları zorunlu, açık denize
kurulmaları ise mümkün olmadığı için; bu çarpık kentleşmenin sonucunda,
değeri kat kat artmış ve iştah kabartan tersane alanları ortaya çıkar. Doğru
bir anlayışla ele alınarak bilimsel esaslara göre planlanmış olmadıkları için
bu olumsuz noktaya gelen kentlerin bu durumda yapmaları gereken ise “rantsal
dönüşüm” değil; gerçek anlamda bir “kentsel dönüşüm” olmalı; başka bir ifade
ile “tersane kente değil, kent
tersaneye uydurulmalı”dır.
|
|
* *
* * *
|
|
1994’deki ünlü “5 Nisan
Kararları”nın hemen ardından, tersanelerin kapatılması kararının ortaya çıkan
tepkiler üzerine “yeniden değerlendirilmesi” için kurulan inceleme komisyonunun
Haliç Tersanesi’nde gerçekleşen bir toplantısında; konu başka bir yanı ile
gündeme gelmişti. Komisyon üyelerinin büyük çoğunluğu, kapatılmak istenen
kamu tersanelerini savunurken, bir yandan tersanelerin ekonomiye yük olduğu
iddialarını çürütmeye, diğer yandan da örnek alınmak istenen gelişmiş ülkelerin
gemi yapım-onarım sanayini gizli-açık desteklerle nasıl koruma altına
aldıklarını örneklerle açıklamaya çalışıyorlardı.
İnceleme Komisyonu’nda
Özelleştirme İdaresi’ni temsilen yer alan ve o günlerde kamuoyunun “Özal’ın
Prensleri” adını yakıştırdığı ithal genç danışmanlar ise “liberal ekonomi”, “küresel rekabet” benzeri bilinen
teranelerle tersanelerin kapatılmasının ne kadar gerekli olduğunu kanıtlamaya
çabalıyorlardı. Bu sırada, biraz geciktiği için toplantıya daha sonra
katılmış olan, bu nedenle de başta genç danışmanlar olmak üzere üyelerin bir
bölümünün henüz tanışmamış/tanımamış olduğu Yücel Odabaşı söz aldı ve ABD’nin
“John’s Act” olarak adlandırılan yasal düzenlemesini hatırlattı. Bu kurala
göre, değil Amerikan Bayrağı dışında bir bayrak taşımak, ABD dışında bir
ülkenin tersanesinde inşa edilmiş olmak bile o geminin ABD limanları arasında
yük ve yolcu taşımasını yasaklıyordu. Özelleştirme İdaresi’nin ABD’de eğitim
görmüş genç danışmanları, ilk kez duydukları anlaşılan bu kurala
inanamadılar, önce birkaç saniyelik bir sessizlik oldu; sonunda
danışmanlardan biri liberal ekonomide böyle bir kuralın doğru olamayacağını,
“dünya ekonomisinin ‘bilmemne’ dengesinin bozulacağını” söyleyiverdi. Bunun
üzerine de rahmetli hocamız, o bizlerin çok iyi bildiği üslubu ve burada
ifade edilebilmesi mümkün olmayan kendine özgü sözcükleriyle yanıtı
yapıştırdı: “Amerikalıların bozduğu dengeyi düzeltmek bize mi kaldı?”
|
|
* *
* * *
|
|
Bugün
gelişmiş ülkeler başta olmak üzere dünyanın belli başlı tüm limanlarının
içinde ya da yakınında en az bir tersanenin mevcut olduğu; bunların çoğunun
da bulundukları kentte herhangi bir olumsuzluğa yol açmadan uzun yıllar
boyunca faaliyetlerini sürdürmüş ve hala sürdürmekte olduklarını biliyoruz.
Washington’daki üzücü olayın meydana geldiği askeri tersanenin de bu konudaki
sayısız örnekten sadece birini oluşturduğunu göz önüne alınca insan ister
istemez soruyor: “Onlarınki tersane de, bizimki…”
|
|
[1] Çiller-Karayalçın
Hükümeti tarafından alınmış ve ülkenin birçok ağır sanayi işletmesini kapatmayı
öngören 5 Nisan 1994 Kararları
[2] “Türkiye
Gemi Sanayii A.Ş.nin Değerlendirilmesi”, 2000-5PGB-01 sayılı Rapor,
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı
[3] Başbakan
Yardımcısı Murat Karayalçın’ın talebi ile ve kapatılması öngörülen ağır sanayi
tesislerinin bir kez daha incelenmesi amacıyla oluşturulan, ilgili sektörün
kamu-özel tüm kurumlarının temsil edildiği özel komisyon
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder