ELİN GEMİSİ İLE…

ELİN GEMİSİ İLE…

Gençlik ve Spor Bakanlığı bu yıl “dünya barışına katkı sağlamak” amacıyla ve “Cumhuriyetimizin 90. Yılı kutlamaları çerçevesinde” Türkiye-Akdeniz Gençlik Barış Gemisi adlı bir proje gerçekleştirdi. Yolculuğuna 29 Ekim 2013’te İstanbul-Salıpazarı Limanı’ndan başlayan Barış Gemisi; Tunus, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’i ziyaret ederek 7 Kasım'da tekrar İstanbul’a döndü.
Söz konusu proje hakkında Bakanlık tarafından yapılan açıklamada,
·    dünyanın dört bir yanından bir araya gelen 800 gencin, dostluk ve barış mesajlarını Barış Gemisi’nden dünyaya duyuracakları;
·    birbirlerini yakından tanıma şansı elde edecek gençlerin aralarında kuracakları dostluklar yoluyla profesyonel bir ağ oluşturacakları ve gençlerin oluşturduğu bu dostluk ağının, ülkeler arası ilişkilere de yansıyarak ülkeler arasındaki ilişkileri olumlu yönde yeniden şekillendireceği;
·    gençlerin bu yolculukla kültürel farkındalığın yanı sıra sosyal sorumluluk ve gönüllülük bilincine sahip olacakları ve aynı zamanda yolculuk boyunca gerçekleştirilecek olan çalıştaylar sayesinde çeşitli alanlarda bilgi ve deneyim kazanma fırsatı elde edecekleri;
ifade edilmekteydi. Ev sahipliğini Türkiye’nin yapacağı Barış Gemisi’ne, dünyanın 38 ülkesinden 800 genç katılacak; Japonya, Güney Kore, Endonezya, Malezya, Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Mısır, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Lübnan, Katar, Yemen, Bahreyn, Umman, Kuveyt, Hırvatistan, Bosna Hersek, Kosova, Yunanistan, Birleşik Krallık, Fransa, İsveç, Almanya, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Hindistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Hollanda, Belçika, Yeni Zelanda, Sri Lanka, Libya ve Gana'dan gençler Barış Gemisi’nde yer alacaklardı.



Bu beklentilerin hangilerinin ve ne ölçüde gerçekleştiği bilinmiyor. Çünkü geziyi tamamlayarak dönen Barış Gemisi, bu yanı ile değil de o günlerde gündemi yoğunlukla meşgul eden “kızlı-erkekli” tartışmasının bir parçası olarak kamuoyunun önüne geldi:

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, geziye katılan öğrencilerin kız ve erkek olarak ayrıldığını iddia ettiğine ilişkin haberler, uzunca bir süre medyayı ve kamuoyunu meşgul etti. Nazlıaka, kat başlarına görevliler konulmak suretiyle “eğer kat değiştiren olursa ilk limanda indireceğiz” şeklinde anonslar yapıldığını ileri sürüyordu.
Yurt gazetesinin haberine göre; olayın, "kızlı-erkekli tartışmasındaki zihniyetin vücut bulmuş hali olduğu”nu ifade eden Nazlıaka, şöyle konuşmuştu:
Bu tartışma dün başlamış bir tartışma değil aslında. Bu tartışmayı ilk olarak Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım “üniversiteye gidip baktığımda kızlı erkekli aynı banklarda oturuyorlar. Ben buraya yazılırsam yoldan çıkarım dedim, gidip başka üniversiteye kaydoldum” diyerek açtı. Arkasından Trabzon İl Milli Eğitim Müdürü “merdivenlerden kızlı erkekli çıkıyorlar bundan rahatsızlık duyuyorum” diyerek devam etti. Yurtlar ayrıldı, yemekhaneler ayrıldı, ardından da vagonlar ayrıldı. Gençlik ve Spor Bakanlığı, gençleri bir gemiyle seyahate götürdü. Burada katları ayırarak ve kat başlarına görevli koyarak, “eğer kat değiştiren olursa ilk limanda indireceğiz” diye anonslar yapılmaya başlandı. Artık öylesine bir cinsiyet ayrımı ve kızları erkekleri ayırma hali topluma dayatılmaya başlandı ki bazı telefonlar almaya başladım. Anadolu'da bazı asansörlerin kadın ve erkek asansörü diye ayrıldığını, hastanelerde nöbet odalarının kadın doktorlar, erkek doktorlar diye ayrıldığını öğreniyoruz.
*     *     *

Bu yanı ile bakıldığında; Barış Gemisi’nin, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın açıkladığı amaçlara ne ölçüde hizmet ettiği; dünyanın dört bir yanından 38 farklı ülkeden ve farklı kültür ve inanışlardan gelen 800 gencin kaynaşmasına ve bu kaynaşmanın projenin adında da yer verilen barış amacına ne denli katkı sağladığı, tartışılır duruma gelmiş oluyor. Ama bizim üzerinde durmak istediğimiz husus bu değil…

Gemi yapım-onarım ve dolayısıyla denizcilik sektörünün bir mensubu olarak, Türkiye-Akdeniz Gençlik Barış Gemisi projesinin bizim ilgi alanımıza giren yanı; yapılan “gezi” ile değil, bu gezinin gerçekleştirildiği “gemi” ile ilgili…

Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın Barış Gemisi adını verdiği geminin adı, M/S LOUIS OLYMPIA.



Helsinki-Finlandiya’da Wärtsilä Hietalahti Tersanesi’nde 26 Kasım 1981’de denize indirilen ve yaklaşık bir yıl sonra 11 Kasım 1982’de teslim edilen gemi, ilk seferine 5 Aralık 1982’de çıkmış.

2005 yılında bir tadilat geçiren, 214,5 m. boy ve 28,5 m. genişlikteki, 5.000 dwt ve 37.773 groston’luk M/S LOUIS OLYMPIA, 6,80 m. su çekiyor. 11 adet yolcu güvertesi ile 7 asansörü var ve 1.611 maksimum yolcu kapasitesine sahip. 4 adet 8 silindirli Sulzer-Wärtsilä dizelin sağladığı 17,060 kW güç ve çift pervanesi ile 21 knot (mil/saat) hız yapabiliyor.

İlk sahibi, Royal Caribbean Cruise Lines ve ilk adı M/S SONG OF AMERICA olan gemi 3 kez el değiştirmiş. Şu anki sahibi, Güney Kıbrıs kökenli bir İngiliz firması olan Louis Cruise Lines. Gemi bu şirkete geçerek LOUIS OLYMPIA adını almadan önce, birkaç sahip ve işletmeci değiştirmiş; M/S  SUNBIRD ve M/S  THOMSON DESTINY gibi başka adlarla da işletilmiş.

Tasarım aşamasından itibaren Det Norske Veritas (Norveç Loydu) klası altında olan gemi, bir yandan Akdeniz ve Karayipler’de dolaşırken; bir yandan da farklı dönemlerde farklı ülkelerin bayraklarını dalgalandırmış. İlk sahibinde Norveç bayrağı ile başlanan yolculuk, ikinci sahibinde Bahama Adaları bayrağı ile sürmüş. 2004 yılında gemiyi satın alan üçüncü ve son sahibi, önce bir yıl kadar Güney Kıbrıs bayrağı ile dolaştıktan sonra 2005 yılında kısa bir süre Marshall Adaları bayrağına geçmiş; ardından aynı yıl Güney Kıbrıs bayrağına geri dönmüş. Bu bayrakla 7 yıl boyunca sefer yaptıktan sonra 2012’de geminin bayrağı bir kez daha değiştirilerek bu kez Malta bayrağında karar kılınmış. Bu durumda akla, bu son değişikliğin nedeninin, Güney Kıbrıs bayrağı taşıyan gemilerin Türkiye limanlarına kabul edilmemesi olabileceği, geliyor.

Özetlemek gerekirse; “Türkiye-Akdeniz Gençlik Barış Gemisi” adını verip Akdeniz’e gönderdiğimiz geminin yapımcısı (muhtemelen tasarımcısı da) bir Finlandiya tersanesi, klası Norveç’in ulusal klas kuruluşu, taşıdığı bayrak (belki de Güney Kıbrıs bayrağı ile ülkemiz limanlarına girebilmesi mümkün olmadığı için) Malta’ya ait ve geminin sahibi de Güney Kıbrıs kökenli bir İngiliz firması…
*     *     *

Yıllar önce, amacı daha farklı olan ama yine de bazı yönleriyle buna oldukça benzeyen bir başka “proje”nin daha gerçekleştirilmiş, bunun gibi bir “gezi”nin daha düzenlenmiş olduğunu hatırlıyoruz.

Yaklaşık 5.000 groston’luk KARADENİZ gemisi, önce Haliç’te üç ay boyunca bakım ve onarımdan geçirilip beyaza boyanmış ve bir “yüzer sergi” haline getirilerek Avrupa limanlarına yollanmıştı. Amaç genç Türkiye’yi Batı’ya tanıtmaktı.

KARADENİZ gemisi Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya da dahil 12 ülkedeki 16 limana uğramış; ilk uğradığı Barcelona Limanı’nda üç gün içinde 11 bin İspanyol tarafından gezilmişti. Gemide sergilenenler arasında tütün, Kütahya çinileri, halılar, Hacı Bekir lokumu, Bursa ve Hereke kumaşları gibi sayısız ürün vardı.
Toplam 86 gün süren gezinin ardından ülkeye dönen gemideki ilginç sergi malzemelerinden biri de canlı tiftik keçileriydi.
Gazeteci Eser Tutel, “İstanbul’un Unutulmayan Gemileri” arasında yer verdiği KARADENİZ’i ve onun 12 Haziran 1926’da başlayan seferini şöyle anlatıyor:
Yıl 1926… Günlerden 12 Haziran… Yer, bugünkü Tophane rıhtımı… Taksilerin yanıbaşında çift atlı faytonların da yolcu bekledikleri görülüyor… Bayraklarla donanmış, beyaz bir vapur harekete hazırlanmakta… Seyr-i Sefain İdaresi’nin yeni satın aldığı bu KARADENİZ gemisi çok önemli bir sefere çıkmak üzere… Üç aya yakın sürecek bu gezide el sanatlarımızdan örnekler ile başta gelen ürünlerimiz tanıtılacak…  Ama asıl amaç, Batı Avrupa ülkelerine genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtmak. Bu niyetle düzenlenen sergi seferi boyunca gemi 12 Avrupa devletinin limanlarına uğrayıp üçer beşer gün kalacak…
Kömür almak için gireceği Cezayir’in Bona (sonraki adıyla Anaba) limanını saymazsanız, bakın hangi limanlara uğrayacak; Barcelona, Le Havre, Londra, Amsterdam, Hamburg, Stockholm, Helsinki, Leningrad, Danzig, Gdynia, Kopenhagen, Anvers, Marsilya, Cenova, Napoli…


Her limanda gemimizi gezmek isteyen ziyaretçiler kabul edilecek… Davetler, resepsiyonlar verilecek… Gemideki Riyaset-i Cumhur Orkestrası da konserler verecek… Balolarda görevli zevat ile ziyaretçilerin kaynaşmaları sağlanacak... Cumhuriyet Türkiye’sinin Türkler’i tanıtılacak.
Geminin süvarisi, genç yaşına rağmen dirayetli bir denizci olmasıyla ün yapmış olan TOPUZ lakaplı meşhur Lütfi Kaptan… Birkaç yıl öncesine kadar GÜLCEMAL’in süvarisi iken, artık KARADENİZ’de görev yapıyor. Gemideki genç zabitanın hepsi de özellikle seçilmiş pırıl pırıl genç denizciler… İleride hepsi birer büyük kaptan olarak Denizyolları’nın gemilerinde kaptanlık ya da idarecilik yapacaklar.


KARADENİZ gemimiz ise 1905 Hollanda yapımı. 4.765 gros tonluk. 120 metre boyu, 14 m eni var. Tam istim tuttuğu zaman 12 mil hız yapmakta.
Yıllarca sözü edilen bu tarihi gezi 86 gün 22 saat sürüyor. İstanbul’da döndüğü gün takvimler 5 Eylül gününü gösteriyor. Toplam 9.981 mil yol kat eden gemi bu uzun sefer boyunca 2.778 ton kömür tüketmiş. Kullandığı tatlı su miktarı da 971 ton.
Bu sergi seferinin Türkiye’nin tanıtılmasındaki payı gerçekten çok büyük oldu. Geminin gittiği her ülkenin basınında Atatürk Türkiye’si hakkında çok güzel haberler çıktı, çok değerli yazılar yayımlandı. Bu büyük başarıda, Seyr-i Sefain İdaresi’nin de önemli bir payı olduğu, asla göz ardı edilmemeli.

Yazar Lemi Özgen ise Garanti Bankası’na ait Osmanlı Bankası Müzesi’nde Karadeniz: Seyr-i Türkiye belgeseli[1]ni izledikten sonra KARADENİZ gemisinin bu unutulmaz seferi hakkında Türk Hava Yolları yayın organı SkyLife Dergisi’nin Şubat 2007 tarihli sayısında şunları yazmış:
Karadeniz: Seyr-i Türkiye belgeseli, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, bin bir fedakarlıkla Avrupa’nın büyük limanlarına yolladığı seyyar sergi gemisinin ibret verici öyküsünü anlatıyor.
Marsilya Limanı tarihi günlerinden birini yaşıyor. Zaten her zaman hareketli olan liman, bugün sosyetenin akınına uğramış. Beyaz ve ağır ketenlerden dikilmiş “denizci yakalı” elbiseler içindeki güzel kadınlardan hoş bir parfüm kokusu yükseliyor. Şehir Bandosu “Marselyez” marşını son bir kez çalıp zarif bir vals prelüdüne geçerken, saatlerdir heyecanla beklenen gemi, limana doğru süzülüyor. Bembeyaz ve yüksek güverteli, renk renk yüzlerce bayrakla süslenmiş, tek bacalı, yaklaşık 5 bin gros tonluk gemi, limana yanaşıyor.
Rıhtımdaki Fransızlar, gemiye ve geminin çeşitli yerlerine asılmış olan bayrağa bakıyorlar. Güzel tonlu bir kırmızı üzerine bembeyaz bir ay ve yıldızın işlenmiş olduğu görkemli bir bayrak bu. Rıhtımdakiler güverteye baktıklarında ise, küpeşteye dayanmış kendilerini seyreden kadınlı erkekli yolcuları görüyor ve gözlerine inanamıyorlar. Onlar, Türkiye’den yani kendi düşüncelerine göre “Doğu”dan gelen bu gemideki yolcuların bir “Orient esintisi” sunacağını beklerken, karşılarında bambaşka bir görünüm var.
Alt ve üst güvertelerden kendilerine bakan, gülen, el sallayan bu “Doğulu” konukların, kendilerinden hiçbir farkı yok. Erkekler koyu renk takım elbise, pırıl pırıl beyaz gömlekler giymiş ve çoğu zarif bir iğne ile süslenmiş boyunbağları takmışlar. Yanlarındaki kadınlar, erkeklerden daha şık. Siyah ağırlıklı ipek ve muslin elbiseler içindeler. İyice dalgalı, “alagarson”a yakın kısalıkta kesilmiş saçları, Marsilya güneşi altında parıldıyor. Gemi uzun ve neşeli tek bir düdük ile Marsilyalıları selamlıyor. Yanları halatla desteklenmiş ahşap merdivenler, gemiden sarkıtılıp rıhtıma yerleştiriliyor.

Geminin uğradığı limanlarda 16 adet de balo düzenlenmiş..

Fransızlar gemiye çıkmaya başlıyor. Bir subay onları sergi salonuna götürüyor. Bir kış bahçesi ile kalabalık bir orkestranın çaldığı salonu geçerek sergi bölümüne gelen ziyaretçiler, hayranlıktan konuşamaz bir şekilde, sergilenen eşyalara bakıyorlar. Türk mavisi sırlı Kütahya çinileri; binbir nakış ve renkli Osmanlı, Yörük, Selçuklu ve Acem halıları; gül, tarçın ve sakız kokulu Hacı Bekir lokumları; yeşim, yakut, firuze gibi değerli taşlarla süslenmiş, tamamıyla elle yapılmış çeşm-i bülbül, laledan, gülabdan gibi cam ürünleri.

Ürünlerin sergilendiği salon…

Tarih 21 Ağustos 1926. Fransızların büyük bir hayranlıkla içinde sergilenen ürünleri seyrettikleri, gönderinde ay-yıldızlı bayrak dalgalanan geminin bordasında kocaman harflerle “Karadeniz” yazıyor ve henüz üç yaşına basmış olan genç Türkiye Cumhuriyeti, yeniden var edilen bir ulusun neler yapabileceğini herkese göstermek için bu gemiyle Avrupa’nın en önemli limanlarında aylardırsancak gösteriyor”.
KARADENİZ’in kaptan ve diğer personeli…

KARADENİZ Salıpazarı rıhtımında kalkışa hazırlanıyor.

Önce Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı, ardından Kurtuluş Savaşı gibi yıkıcı savaşlardan yeni çıkmış, uluslararası emperyalist bloka karşı dünyanın tüm ezilen uluslarınca örnek alınan parlak bir zafer kazanmış bir ülke… Bir yandan savaşın yaralarını sarmaya çabalarken diğer taraftan kazandığı zaferi ekonomik alandaki başarılarla da pekiştirmek için harekete geçmiş henüz 3 yıllık genç bir Cumhuriyet…  Çoğu daha düne kadar boğaz boğaza savaştığı ülkelere ait dünya limanlarında “sancak gösteriyor”
O günlerden tam 87 yıl sonra ve “Cumhuriyetimizin 90. Yılı kutlamaları çerçevesinde” Barış Gemisi adıyla Akdeniz’e gönderdiğimiz Güney Kıbrıs kökenli İngiliz şirketine ait Finlandiya yapımı, Norveç klaslı gemide ise ne hazindir ki, Malta Bayrağı dalgalanıyor.
*     *     *
KARADENİZ’in yolculuğuna başladığı 12 Haziran tarihinin de ayrı bir anlamı var.  Daha çok KABOTAJ KANUNU olarak bilinen “Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlarla Kara Suları Dahilinde İcrayı San'at ve Ticaret Hakkında Kanun” 19 Nisan’da kabul edilmiş ve 1 Temmuz’da yürürlüğe girmek üzere 29 Nisan 1926 tarih ve 359 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmış.  Yani KARADENİZ’in seferi, genç Cumhuriyet’in denizcilik alanındaki atılımlarının başlangıcına denk geliyor. Bunun hemen öncesindeki girişimlerden biri de daha önce Fener’deki Sadi Bey Kızağı’nı kullanan Seyr-i Sefain İdaresi’nin, 1925’den sonra Camialtı Tersanesi’nden yararlandırılmaya başlanmasıdır.

Ardından da değerli Hocamız Ord. Prof. Ata Nutku’nun inanılmaz gayretiyle 26 Temmuz 1934’te kızağa konan ve 1 Kasım 1935’de denize indirilen GÖLCÜK tankerini hatırlamalıyız.

Aynı yıl daha önceki bir Meclis konuşmasında
Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek; deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü, topraklarının ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer.
ifadelerini kullanmış olan Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1937 yılı 1 Kasım’ında yaptığı Meclis açış konuşmasının denizcilikle ilgili bölümüne
Ekonomik bünyemizdeki inkişaf, deniz nakliye vasıtaları ihtiyaçlarını hergün arttırmaktadır. Yeni sipariş edilen gemilerden bir kısmı, önümüzdeki ilkbaharda gelmiş bulunacaktır. Fakat bunlar, bugünden görülmekte olan ihtiyaç hacmine cevab verecek adet ve nispette değildir.
sözleri ile başladığı, Meclis zabıtlarında kayıtlı… 

Cumhurbaşkanı’nın bu cümlelerin hemen ardından hiç duraksamadan,
Yeni gemiler inşa ettirmek ve bilhassa eski tersaneyi, ticaret filomuz için, hem tamir, hem yeni inşaat merkezi olarak faaliyete geçirmek esbabını temin etmek lâzımdır.
diyebilmesini sağlayan şey ise, hiç kuşkusuz, “biz gemi yapamayız” şeklindeki köhnemiş anlayışın bu konuşmadan tam iki yıl önce binbir güçlük ve engellemeye rağmen başarı ile denize indirilmiş olan GÖLCÜK tankeri ile yıkılmış olmasıdır.
*     *     *
Çağdaş bir gemi yapımcılığı ve denizcilik anlayışıyla yola koyulan Cumhuriyet’in sonraki dönemlerinde -Denizcilik Bankası TAO’nun Tersanelerden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapan Hocamız Ord. Prof. Ata Nutku’nun çaba ve katkılarıyla- Camialtı Tersanesi'nin yeni inşa tersanesi olarak, aynı zamanda bir gemi tasarım merkezi özelliği de kazandırılmak suretiyle yapılandırılmasına karar verilmişti. Camialtı’na ilerleyen yıllarda bu doğrultuda verilen ilk önemli tasarım görevleri arasında bir kruvaziyer tip yolcu gemisi projesi de vardı. Bugün limanlarımıza her yıl binlerce turist taşıyan, Salıpazarı rıhtımında karşılaştığımızda hayranlıkla izlediğimiz yabancı bayraklı kruvaziyerlerin henüz ortalıkta bile görülmediği o yıllarda, aynı zamanda bir prestij gemisi özelliği de taşıyacak bu büyük ve önemli projenin gündeme getirilmiş/getirilebilmiş olmasının altı, kalın çizgilerle çizilmelidir.
Hocamız Ord. Prof. Ata Nutku 1930’larda GÖLCÜK tankeri ile bu ülkede gemi yapılabileceğini dosta-düşmana kanıtlamak için nasıl çabalamış ve sonunda başarılı olmuşsa; Camialtı Tersanesi Dizayn Bürosu’nun mühendis, teknik ressam bütün personeli, ulaşılan teknik gücün bir Kruvaziyer tasarımı yapabilecek aşamaya ulaştığını kanıtlamak için o günlerde aynı inanç ve gayret içindeydi.
Yaklaşık 1 yılın içinde ve tasarım artık son aşamalarına gelmiş durumda iken, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın ardından gündeme gelen Amerikan ambargosu, projenin hayata geçirilmesine ve ülkenin kendi kruvaziyer gemisine sahip olmasına ne yazık ki imkan vermemişti.
Camialtı Tersanesi’nin, 90’lı yıllara kadar inşa ettiği sayısız geminin arasında, M/F İSTANBUL, M/F BANDIRMA, M/F TEKİRDAĞ ve M/F BOZCAADA yolcu-otomobil ferileri de vardı. Camialtı, son olarak da M/F İSKENDERUN’u  tamamlayarak 1991’de Denizyolları İşletmesi’ne teslim etmişti. Yapıldığı dönemin bütün üstün teknolojik özelliklerini taşıyan ve Marmara Depremi’nin ardından 2002’de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na devredilen M/F İSKENDERUN, halen bu kuruluş bünyesinde hizmet vermeye devam ediyor.
*     *     *

70'lerin ilk yarısında ABD ambargosu nedeniyle hayata geçirilemeyen kruvaziyer projesinden bu yana, konunun bir daha hiç gündeme getirilmemiş olması bir yana; aradan geçen 87 yılın sonrasında vardığımız noktada, ne KARADENİZ’in yerine Avrupa limanlarına gönderilebilecek uygunlukta bir gemimiz ne de onu işletebilecek kurumumuz var. Dahası; başta M/F ANKARA olmak üzere bu tür bir görevi başarı ile gerçekleştirebilecek bütün gemiler de ne acı bir gerçektir ki, birer birer elden çıkarıldı. Örneğin, TDİ KARADENİZ’de Yunanistan, MAVİ MARMARA’da ise Komoros Adaları bayrağı dalgalanıyor.

Dünya limanlarında “sancak gösterecek” özellikte bir çok gemiyi başarı ile denize indirip tamamlamış Camialtı Tersanesi’ni HALİÇPORT adı verilen bir proje ile rant uğruna ortadan kaldırmakta hiç sakınca görmeyenlerin, kıçında Malta Bayrağı dalgalanan, Güney Kıbrıs kökenli bir İngiliz şirketine ait Finlandiya yapımı ve Norveç klaslı gemiye “Türkiye-Akdeniz Gençlik Barış Gemisi” adı takarak “Barış Seferi” düzenlemesinde şaşılacak bir şey yok.

Düzenlenen “gezi”lerin amaç ve içeriklerinin, seyir boyunca gemide yaşananların, sefer sürelerinin ve rotalarının vb. karşılaştırılması bir yana; biri KARADENİZ’in sefere uğurlanması sırasında, diğeri ise Barış Gemisi olarak gönderilen LOUIS OLYMPIA’nın limandan ayrılması öncesinde çekilen aşağıdaki iki fotoğraf arasındaki fark bile, aradan geçen 87 yılda nerelerden nereye gelinmiş olduğunu bütün açıklığıyla göstermiyor mu?

Ne diyelim; elin gemisi ile düzenlenen sefer, ancak bu kadar oluyor...








[1]   Hollanda’daki Fatusch firmasında çalışan araştırmacı Eray Ergeç, gazete arşivlerini tararken, 1926 yılında Hollanda’ya gelen bir Türk sergi gemisinin haberini görmüş. Haber, Atatürk’ün isteğiyle, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtmak amacıyla Avrupa limanlarını dolaşan seyyar sergi gemisi Karadeniz’in, Amsterdam limanına gelişini anlatıyormuş. Bu pek bilinmeyen tarihi olayın araştırılmasına zamanla Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Bülent Çaplı da katılmış. İki yıl kadar süren çalışmalar sonunda, Karadeniz gemisinin Avrupa limanlarındaki ziyaretlerini gösteren görüntü, fotoğraf ve belgelere ulaşılmış ve hazırlanan belgeselle belki de tarihin tozlu arşivinde kaybolup gidecek olan bu olay gün ışığına çıkarılmış. Genel koordinatörlüğünü Gülay Orhan’ın üstlendiği belgeselin koordinasyon çalışmaları için Amsterdam kullanılırken, Bülent Çaplı ile Bülent Özkam çalışmalarını Ankara’dan yürütmüş. Belgeselin senaryosu, Tannur Arat ve Nedim Olgun tarafından kaleme alınırken, “seyir defteri” bölümleri Kaptan Süreyya Gürsu, Celal Esat Arseven ve Orhan Kızıldemir’in anılarından derlenerek hazırlanmış. Emre Irmak’ın özgün müziklerini bestelediği belgeselin yönetmenliğini ise Soner Sevgili yapmış. 

Yazıyı pdf formatında indirmek için:  https://dl.dropboxusercontent.com/u/44963514/elin%20gemisi.pdf




Hiç yorum yok: